Avustralya Anıları: Yatağımdaki Düşman

2

Avustralya’daki ikinci evim, eski bir Queenslander ‘dı( Queensland eyaletindeki özel evlere verilen ad). Ahşaptan olan bu evin içinde bizimle beraber  türlü hayvancıklar da yaşamını sürdürüyordu tabi ki. Odamda beraber yaşamak zorunda bırakıldığım ufak arkadaşların yanında eve geldiğimde yatağımda uyuyan bir yavru köpekle karşılaştığım, bir sabah uyandığımda bahçede iki keçinin “hayırdır” bakışlarına maruz kaldığım, hadi bana yemek ver diye bekleyen possumlara yardım eli uzattığım ev burası.

Eve yeni taşındığım zamanlarda odamda gördüğüm kocaman bir örümceği öldürmeden sakince derin bir kap ve kağıt arasında sıkıştırıp, sonra da bahçeye saldığımı gören ev arkadaşım şaşkın gözlerle bakmıştı bana. “Avustralyalı olmamasına rağmen çığlık atmadan örümcek yakalayan ve onu öldürmemeye çalışan ilk kızsın.”demişti bana. Ne yalan söyleyeyim hoşuna gidiyor insanın böyle sözler 🙂

Sonrasında bir sürü hamamböceği, örümcek daha bu şekilde sakince yakalanıp atılmıştır odamdan. Böceklerle aramda çok büyük sıkıntılar yok çünkü, korkulacak bir yanlarını da bulamıyorum.

Bu karizmatik kız hali ta ki bir gece uykumdan bir tıkırtıyla uyanana kadarmış. Gecenin 12:30’u, tıkırtılara uyanıp ışığı açtım ve önümde bir köşeden diğerine koşturan minnak bir fındık faresini görmemle kalbim küt küt atmaya başladı. Bu minnak odadayken, kımıl kımıl kımıldanırken, masanın üzerinde, kitaplığın üzerinde, odanın orta yerinde koştururken benim gözüme uyku girmesi mümkün mü? Peki asıl konu bu minnağı odadan nasıl atmalı? Önce havluyla odadan kovalamayı denedim, bu tabi ki pek mümkün değildi. Korkutayım garip sesler çıkarayım dedim, kaçmak yerine bir köşeye sindi bekledi. Konuşayım, noolur git diyeyim dedim,pek umrunda olmadı sanki.

 

Sonra açtım internetten türlü türlü yakalama teknikleri okumaya başladım. Gittim mutfağa aldım bir kap, bir de fıstık ezmesi ve madeni para. Kabın altına yere biraz fıstık ezmesi sürdüm, kabın yer ile mesafesini araladım, kapla yer arasına da bir madeni parayı dikine koyarak güzel bir denge sağladım. Tuzak şu: fare fıstık esmesini yemek için kabın altına girecek ve kuyruğuyla hafifçe dokununca madeni para düşecek ve fare kabın altında kalacak. Yatağın ucuna yerleştim, neler olacağını izlemeye koyuldum.

Minik velet o kadar akıllı çıktı ki, hiçbir şekilde kaba dokunmadan fıstık ezmesini yiyor ve kaçıyor. Yenisini sürüyorum, yine aynı şekilde sakince yaklaşıyor, yiyor ve kaçıyor. Elime bir sopa alıp tam yerken üzerinden kabı kapatayım dedim, sopanın yaklaştığını anladığı anda ışık hızıyla kaçıyor. Dedim bu böyle olmayacak, fıstık ezmem bitecek bu gidişle, bu velet karnını doyurduğum için beni daha da çok sevecek bağlanacak.

Saat oldu gecenin 3’ü, sinirden ağlıyorum yatağımda. Başladım yalvarmaya fareye, noolur git uyuyayım yarın işe gideceğim diye. Sonra yine kalkıyorum havluyla kovalıyorum odadan kaçsın diye. Allem etti, kallem etti, koşturttu, yalvarttı, besletti kendini,  3 saatin sonunda halime acıdığından olsa gerek odanın kapısının altından kaçtı. Kapının altından tekrar girmesin diye havlularımı rulo yapıp kapının altına tıktım, kitapları kenarlara sıkıştırdım ve sonunda tekrar gelemeyeceğinden emin olduktan sonra emniyetli bir şekilde uykuya daldım.

“E hayvancık biraz haklı, odamı tatlılarla, bisküvilerle doldurmuş da doldurmuşum, böyle ziyafete kim gelmez.” dedim kendi kendime. Ertesi gün odamdaki tüm yiyecekleri attım, kapalı olanları mutfağa yerleştirdim, odamı güzelce bir temizledim. Bir daha odama yiyecek doldurmayacağıma söz verdim. Akşam eve geldim, odama girdim ve ışığı açmamla odamdaki kımıltıyı görmem bir oldu. Ulan nasıl girdi bu yine diye koşturmaya başladım yine oda içinde. Velet odamı ziyafet mekanı bellemiş, ben yiyecekleri atsam da o burada olmuş olduğunu bildiği için şansını deniyor. Neyse ki saat çok geç değildi, ev arkadaşım yardımıma koştu, havluyla yakalayıp attı dışarı.

Geceleri rüyalarıma giren bir kabus oldu bu velet. Ahşap duvarlar olduğu için duvarların içindeki tıkırtısını duyuyor, başlıyordum ağlamaya her gece 🙂 Ev arkadaşımdan biri yapışkanlı tuzak kuralım eve diye tutturdu, diğeri zehir dökelim diye tutturdu. Bense hayır öldürmeden yakalayacağız dedim. Bana kıyamadılar yine, baktım ertesi gün Tom öldürmeden yakalamaya yarayan bir tuzak almış, getirdi. Mutfağa kurduk tuzağı, denge prensibi ile çalışan bir tuzak. Yarıya kadar yatay, yarıdan sonra rampalı uzun ince bir kutu düşünün, kutun bir ucuna fıstık ezmesi sürüyoruz, kokuyu alıp diğer uçtaki kapıdan giriyor ilerlerken kutunun dengesi değişince uçtaki kapı kapanıyor, velet içerde kalıyor. Düzeneği kurdum akşam uyudum.

Sabah uyandığımda kutunun kapağı kapalıydı ve içerde bir tıkırtı vardı. Üzüle üzüle onu orada bıraktım, işe gittim, iş bittiği gibi koşa koşa eve geldim. Aldım içinde farenin olduğu kutuyu, botanik bahçesine gidip oraya bırakayım orada koşsun dursun dedim. Evim ve botanik bahçe arası  1 saat civarı yürüme mesafesi, elimde içinde fare olan kutucuk, türlü özürler diliyorum fareden yol boyunca. Vardım botanik bahçeye, nasıl da güzel bir yer anlatamam. Uygun olduğuna karar kıldığım bir yer buldum ona, kapıyı açtım, koşa koşa çıktı, uzaklaştı gitti. Ben de bir fareyi öldürmeden ondan kurtulmanın mutluluğunu yaşadım, vicdanım rahattı.

Ertesi gün işten eve geldiğimde odamı kontrol ettim, heh bir şey yoktu. Yattım uyudum, sabah bir baktım mutfaktaki kutu yine kapalı ve içinde tıkırtılar. Akşam ev arkadaşım tuzağı tekrar kurmuş ve tekrar içine bir fare sıkışmış. Anladım ki bunlar bir değil iki değil, geldikçe gelecekler. İşten dönünce onu da aldım özene bözene, dedim bu sefer botanik bahçeye kadar gitmeyim de evimin yakınındaki nehrin kenarına bırakayım. Orası da yeşillik, güzel bir park.

Bir hevesle koyuldum yola, yürüye yürüye vardım nehir kenarına. Sağa baktım sola baktım güzel olduğuna inandığım bir yerde açtım kutunun kapağını . Yavaş yavaş afallamış bir şekilde çıktı dışarı farecik. Ben daha ne olduğunu nasıl olduğunu anlamadan, tepede aniden kocaman bir kuş belirdi, hedefe doğru uçmaya başladı. Yavrucak kaçmaya yeltendi ama 5 saniyelik kaçma denemesi çok çabuk bertaraf edildi. Kocaman kuş kaptı ufaklığı ve uçarak uzaklaştı.

Kalakaldım olduğum yerde. Afallamış gözlerle havaya bakıyordum. Şok halim geçince oturdum çimlerin üzerine, başladım ağlamaya. Ben minnak ölmesin diye ev arkadaşlarımla türlü kavgalar etmişim, sonra gelip kendi elimle onu bir kuşa akşam yemeği olarak teslim etmişim. Ağlaya ağlaya annemi arayıp anlattım başıma geleni. Bana teselli vermeye çalışırken bir yandan da kıkırdayan , titreyen sesini alınca iyice gerginliğim arttı, kapattım telefonu, dedim bunlar anlamıyor beni.

Eve geldim, ev arkadaşlarıma anlattım ağlaya ağlaya. Tom bir kırmızı şarap doldurdu kadehe, Shiraz , koyu renk olanından. Al dedi iyi gelir, aldım, iyi geldi. Sonra bahçedeki hippilerin yanına gidip bahçenin ortasında yaktıkları ateşin yanına oturup devam ettim şarabıma.

Kaderinde ölmek varmış senin ey yavrucağım, ben ne yapsam da kurtaramadım, yazılmışa çizilmişe çare bulamadım. Halbuki tek derdin bir parçacık fıstık ezmesi yemekti, biraz da kurabiye yemek istemiş olabilirsin, evet biraz da bisküviye de göz dikmiş olabilirsin, şekerlere de göz dikmeni atlamayalım tabi… Ben ölmeni hiç istemedim, çok içten söylüyorum hiç istemedim, sadece benim odamdan git istedim o kadar. Mutfakta yaşamaya devam etseydin, odama girmeyi bıraksaydın seni evden kovmaya da çalışmazdım inan. Ama bizim ev senin için sığınılacak liman değildi be minnakçım, arka bahçedeki kediler bugün olmasa yarın alırlardı kokunu.

Bir fare için dünya ne kadar da zor bir yer değil mi? Bu koca insanlar seni görünce neden çığlıklar atıyorlar? Masanın üzerinde unutulan tatlıları yediğin için seni neden kovalıyorlar? Bir odanın içinde koşturuyorsun diye seni neden havlularla yakalamaya çalışıyorlar? “Oh be ne güzel dünya” diye yeşilliğe doğru koştuğunda, tepeden gelip üzerine çullanan bu uçan yaratık da neyin nesi?

Sen boş ver bunları da güzel uyu , ruhuna fatiha ey minik savaşçı…

( Avustralya’da karşınıza çıkabilecek, ömrü hayatınızda başka bir ülkede göremeyeceğiniz ilginç hayvanlar için: Buraya tıklayın )

 

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here